Biyolojik tedavinin yoğun olduğu ilk dönemlerde hastadan ilaçlarını alması dışında beklentilere girilmemelidir. Çünkü bu dönem beklentiye girmek için erkendir. Beklentilerin kademe kademe belirlenmesi ve iyileşme düzeyi ile paralel gitmesi gerekir.

Sosyo-ekonomik düzeyi düşük hastaların taburcu olduktan sonra eve döndüklerinde, sosyo-ekonomik durumu yüksek hastalara nazaran daha çabuk uyum sağladıkları gözlenmiştir. Varlıklı aileler, genelde hastaya yardımcı olması için birilerini görevlendirir. Bu durumda hastaya günlük ödevler vermek, onu ufak tefek ev işleri yapmaya teşvik etmek güçleşir. Oysa hastanın odasını düzenleme, yatağını toplama, dişlerini fırçalama gibi günlük işlevlerini yerine getirebilmesi çok önemlidir. Bu işlevler sosyal hayata yeniden adapte olmanın birinci ve en önemli basamağını oluşturur. Aile dışından bir şahsın yani bakıcının devreye girmesiyle bu tür destekleyici yaklaşımlar eksik kalabilir. O yüzden bakıcı da şizofreni konusunda eğitilmeli ama aile her halükarda devrede olmalıdır.

Bazı ailelerde “Aman o kendisini toparlasın da biz bir şey istemiyoruz, yemeğini yesin, uyusun yeter!” gibi bir mantık gelişebilir. Bu mantık hastayı yetersiz görme eğiliminden ya da hastanın sorun çıkarmasından duyulan endişeden kaynaklanır. Hastanın dişini fırçalaması, odasını toplaması, bağırıp çağırmaması, huzursuz olmaması ya da huzursuzluk çıkarmaması aile için yeterli gibi gelir. Bu düzeye gelmek de önemlidir ancak bu tam bir iyileşmeye işaret etmez. Aile, şizofrenili hastadan yapabileceği şeyleri istemeli, ona üstesinden gelebileceği sorumlulukları vermelidir. Örneğin, çorba gibi kolay yemekleri yapma, sofraya tabak getirme, halıyı süpürme, ufak tefek alışveriş yapma, elektrik-su faturalarını ödeme gibi işler hasta tarafından yapılabilir. Bu tür sorumlulukları yerine getirebildiğini görmek, hastayı çaresizlik, yetersizlik ve işe yaramazlık duygularından kurtarır, sosyal uyuma katkıda bulunur. Hastaya yapabileceği işleri bile yaptırmamak, işin kolayına kaçmaktır. Bu tutum başlangıçta ailenin yükünü hafifletir gibi görünse de uzun vadede daha da ağırlaştırır. Ancak yapamayacağı işlere zorlamak da, hastanın güvenini zedeleyebilir. O yüzden aile, psikiyatr ve psikolog yardımıyla hastanın kapasitesini ve yapıp yapamayacaklarını belirlemelidir.

Şizofreni tedavisi düzene girme sürecinde uygun bir rehabilitasyon ve destek programıyla bir iki yıl büyük bir yükün altına giren aileler, adaptasyon sürecini başarıyla tamamladıklarında hayatlarının geri kalan kısmını rahat geçirebilirler. Bunu göze alamayan aileler ise, ömür boyu şizofreninin yükünü taşımak zorunda kalırlar.

Taburcu olunduktan sonraki ilk günlerde, hem ilaçların yüksek dozda kullanılması, hem de hastalığın etkisinin devam etmesi hastaları zorlar. Saçlarını tarama, dişlerini fırçalama, yemek yeme gibi aktivitelerde bile yönlendirmeye ihtiyaç duyabilirler. Hasta yakınları, karşılarında bir şizofrenili hasta olduğunu ve bu dönemin geçici olduğunu unutmamalıdır. Hastanın özbakımını ve günlük işlerini yapma noktasına gelmesi biraz zaman alabilir. İlaçların hareketleri yavaşlatma etkisinden ve adaptasyon sürecinin yavaş seyretmesinden dolayı hasta işlerini yapsa da yavaş davranacaktır. Aileler “Amma yavaşsın, ne duruyorsun? Hadi yemeğini yesene! Biraz çabuk ol, sallanma!” tarzında müdahalelerde bulunmadan, sabır, şefkat ve anlayışla davranmaları gerekir. Unutmayalım şefkat şizofreni için en etkili ilaçtır.

Ailelerin yanlış tutumlarından biri de, kişinin belirtileri kaybolunca; örneğin sanrıları geçince, sesler kaybolunca, sakinleşince iyileşti muamelesi yapıp aceleci davranmalarıdır. Bu tür aileler tahammülsüz, tezcanlı davranarak hastalığı bir an önce unutmak ve gündemden çıkarmak isterler. Ancak hastalık zorlama ile değil, destekle gündemden düşer. Sırtındaki yüküyle yorulmuş birine “Hadi yürü" demek yerine, dinlenmesini beklemek veya yükünü hafifletmek çok daha doğru bir yaklaşımdır.

Negatif belirtili şizofreni olan 30 yaşında bir hasta içe kapanma, inisiyatif kullanamama ve sosyal izolasyon bulgularıyla gelmişti. Babası, evladının hastalığını kabullenemiyor, onu sürekli eleştiriyor ve çalışmaya zorluyordu. Hasta yapabileceği işleri bile yapamaz hale gelmişti. Oysa hastanın yavaş da olsa bazı işlevleri yerine getirmesi veya buna gayret etmesi bir nimet olarak telakki edilmelidir. Çünkü bu gayret bir iyileşme belirtisidir. Hasta, desteğe, moral ve motivasyona en çok ihtiyaç duyduğu dönemde böyle bir baskı ile karşılaştığında motivasyonunu çabucak kaybeder. Aile, özendirici, cesaretlendirici ve ödüllendirici olmalıdır.

Disiplin, şizofrenili hastalar için de geçerli olan bir kavramdır. Hastalık sorumlulukları tamamıyla ortadan kaldırmaz. O yüzden hastanın disipline edilmesinde ailenin rolü büyüktür. Ancak hastayı disipline edeyim derken ona zorla bir şeyler yaptırmak da pasif direnişlere sebep olur. Çünkü her insan gibi şizofrenili hastalar da zorlanmayı sevmez ve kendilerine uymayan fikirlere karşı gelir. Kaldı ki hasta kendisine söylenen her şeyi yapmak zorunda da değildir. Bu noktada hekim, hasta yakınlarına müdahale sınırlarını bildirmelidir.

Sağlık personelinde, ailede ve yakın çevrede şizofrenili hastalara yönelik küçümseyici şakalar görülebilir. İnsanlar kendi aralarında yapmayacakları şakaları şizofrenili hastalara yapabilirler. Bu tavır, hastalıktan dolayı o kişiyi değersizleştirmektir. Hastalığın kişinin değerini düşürmediğinin ve kişisel haklarını elinden almadığının farkında olmak gerekir. Ailede, amca, hala, teyze, dayı, abi konumunda olan kişiler, hastalandıktan sonra hasta kimliğine hapsedilmeden eski kimlikleriyle karşılanmalıdır. Doğu toplumlarında bu olumlu tavır göze çarpar. Örneğin, dayısı hastalanan kişi, hastalandıktan sonra da ona dayı diye hitap etmeye ve aynı şekilde saygı göstermeye devam eder. Hastalık öncesi kimliğin, hastalık sonrasında da muhafaza edilmesi; özgüven, moral ve hastalığın etkisinden kurtulma açısından çok önemlidir.

Şizofrenili hastalar her ne kadar erişkin görünümünde olsalar da hastalık onları çocuksulaştırır. Yaptıkları en küçük bir işte bile takdir beklerler. Anne baba ve yakın çevre yapılan işi küçümsemeden hastayı onore etmelidir. Uzun bir hastalık döneminden sonra, bir hastanın bakkaldan ekmek alıp geldiğini düşünelim. Bizim için çok basit olan bu iş, insanlardan korkan, dışarıya çıkmaktan çekinen şizofrenili bir birey için son derece önemli bir gelişmedir.

Bazen hastanın kendisi de büyük beklentiler içine girebilir. Sağlığı elvermediği halde eski işine dönme veya bir işe girip çalışma isteği duyabilir. Böyle durumlarda hasta yakınlarının sarf ettiği “Yapamazsın! Saçmalama! Hastaneden yeni çıktın, artık bundan sonra işine dönsen ne olur! Aç mısın, açıkta mısın?” gibi sözler moral bozucu ve cesaret kırıcıdır. Hasta eski performansına dönemeyecek durumda olsa bile ona bunu ima etmek doğru değildir.

Şizofrenide Aile İlişkilerinin Rolü Nedir?

Şizofrenili hastayı anlamak kolay değildir. Hastayla empati kurmak zordur. Ancak aile hastayı anlayamasa da ondan gelen iletişim gayretlerine karşılık vermelidir. Bazı ailelerde hastayı anlayamamanın verdiği bir hiddetlenme görülür. Bunun altında esasen, yakınlarının hastayı anlayamadıkları için kendilerine duydukları kızgınlık yatar. Çaresizlik de uzaklaşmayı doğurur. Oysa hastayı anlamadığı halde dinleyen aile fertlerinde zaman içinde onu hissetme becerisi gelişir. İletişim sadece konuşma, yazma ve beden diliyle olmaz. Göremediğimiz ama insan ilişkilerinde sıklıkla kullandığımız duygularımıza ait bir dil de vardır. Hem de bütün dillerden daha etkili bir dil.

İnsan vücudunda var olan milyarlarca hücre kendi dillerince birbirleriyle iletişim halindedir. Farkında olsak da olmasak da karşımızdaki insanın hücrelerinden bizim hücrelerimize aktarılan bir bilgi vardır. Hekimlerin yüzlerce hastayı muayene ettikten sonra elde ettikleri teşhis kabiliyeti de bu duygu ve sezgi dili ile olur. Ailelerin hastayla iletişime girmeleri, bir arada bulunmaları, ona yardım etmeleri zamanla onların da sezgilerini geliştirecektir. Beynimizin ön bölgesinde bulunan ayna nöronları sayesinde şizofrenili bir insanın iç dünyasına ulaşabilir, onu anlayabilir ve ona yardımcı olabiliriz. Bu sezgi dilini öğrenen aileler şizofreni konusunda adeta ustalaşır ve uzmanlaşırlar. Usta aileler hastanın alevlenme dönemlerini çok önceden hissedebilir, bunun için hekimi ilaç takviyesi konusunda uyarabilir, hastanın tıbbi ve kişisel ihtiyaçlarını çok iyi belirleyebilir ve çok daha önemlisi giderebilirler. Usta aileleri aşırı koruyucu ve müdahaleci ailelerle karıştırmamak gerekir.

Koruyucu tutum her ne kadar dışarıdan olumlu görülse de, istenmeyen sonuçlara sebep olabilir, hastanın adaptasyon yeteneğini köreltebilir. Umursamaz veya aşırı müsamahakâr bir tutum da yanlıştır. Tedavide belli bir aşamaya gelen hastalar, başka insanların uymak zorunda olduğu disiplin kurallarından sorumludur. Kaygılı bir anne baba, şizofrenili çocuklarını muayeneye getirmişti. Hasta, anne babasına kızdığında odanın ortasına büyük abdestini yapıyordu. Aile çocuğun hastalığından ötürü bu durumu kabullenmişti. Hastanın tedavisi düzenlendikten sonra, davranışları için ödül-ceza yaklaşımı uygulandı. Hastaya, eğer bir daha böyle yaparsa bazı şeylerden mahrum bırakılacağı söylendi. Bir iki seans sonra hasta bu davranışı bırakmıştı. Bu örnekte de görüldüğü gibi, şizofrenili hastalar davranışçı yöntemlerle disipline edilebilir.

Şizofrenide Aile Terapisinin Yeri Nedir?

Şizofrenili hastaların ailelerine uygulanacak terapiler sıklıkla gündeme gelir ama ihmal edilir. Hastalık ortaya çıktıktan ve gürültülü dönem geçtikten sonra insanlar bir an önce yeni hayatlarına adapte olmaya çalışır. Ancak bu adaptasyon çoğu zaman “Hastalığı kabul edelim, hayatımıza devam edelim” mantığı içinde gerçekleşir. Bu hem tedaviyi aksatan hem de yaşam kalitesini düşüren bir yaklaşımdır. O yüzden psikiyatr aile terapisini bir an önce başlatmalıdır. Sadece anne babaların değil yakın çevrenin yani teyzelerin, dayıların, halaların, amcaların, arkadaşların, yeğenlerin de terapi programı içerisinde bilgilendirilmesi ve yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Çünkü hastanın çevresindeki herkesin tutumu anne babayla aynı doğrultuda olmalıdır. Hasta için dış gerçek yani dış dünya yakın çevreden ibarettir. Hastanın dış dünyası şizofreni ile mücadele edebilecek şekilde kurgulanabilirse tedavide hızlı ilerlemeler elde edilebilir.

Geleneksel Türk hekimliğinin en büyük temsilcisi İbn-i Sina, hastaları yakın arkadaşları veya akrabalarıyla bir araya getirip sohbet ettirerek mutlu etmeye ve yalnızlıklarını gidermeye çalışırmış. Bu uygulama bugün de güncelliğini devam ettirir. Ailenin yanında şizofrenide arkadaş desteği de önemlidir.

Şimdilik bütün dünyayı şizofrenili hastalara doğru davranma konusunda eğitmek mümkün görünmüyor. Doğrusu bu şart da değildir. Ancak hastanın mahallesinde gittiği berberden bakkala, cami imamından eczacıya, kasaptan manava kadar yakın çevrenin eğitimi mümkün ve gereklidir. Bunun için aile fertlerinin, hekim tarafından organize edilerek çevrelerine sohbet tarzında bilgi vermeleri sağlanabilir. Örneğin hastanın babası camiye gittiğinde cemaate, kahveye gittiğinde sohbet esnasında oradaki arkadaşlarına hastalık hakkında bildiklerini aktarabilir. Osmanlı döneminde bu organizasyon, geleneksel yaklaşım içinde yerini almıştı. Şizofrenili hastalar hiçbir zaman dışlanmaz, o mahallenin hastası olarak kabul edilirdi. Anadolu’ya has bu geleneksel yöntem, bugün dünyada kabul görmüş bilimsel bir yaklaşımdır. Günümüzde sosyal hizmet uzmanlarının hastanın çevresine verdikleri eğitimi ve çevreye uyum çalışmalarını o dönemde toplum kendiliğinden uyguluyordu. Dış dünyaya yabancılaşmış bir hastanın hayata tekrar oryante olabilmesi için çevresindeki canlı cansız her nesnenin ayrı bir önemi vardır.

Şizofrenide Rutin-Günlük Aktivite Eğitimlerinin Önemi Nedir?

Hastanın sosyal hayata adaptasyonunun ilk aşaması günlük rutin işleri yapmaktır. İnsanların çoğu sabah kalkar, elini yüzünü yıkar, çay koyar, kahvaltısını yapar, üstünü değiştirir, saçını tarar ve işe gitmek üzere evden çıkar. Bunlar kendiliğinden yapılan işlerdir ve yerine getirilebilmeleri ancak sağlıklı bir beyinle olur. Şizofrenide bilişsel ve yönetsel bozulmalar bu basit günlük işlevleri bile yerine getirmesini engeller. Hastanın günlük hayatını idame ettirmesine yönelik gayretler, beynin eski gücüne kavuşmasına yardımcı olur. Beyninde bir damarı tıkanan ve felç olan hastaya önce güçlenmesi için küçük egzersizler verilir. Sonra ağırlıklarla egzersiz programına geçilir. Kuvvet arttıkça ağırlıklar arttırılır. Daha sonra hasta destekle yürütülür. Bunu başardıktan sonra da kendi kendine yürümesi sağlanır. Neticede bu program, hareketleri yöneten beyin bölgesinin gitgide aktive olmasına yardım eder. Şizofrenili hastalarda da aynı mantıkla basit işlevlerle başlayıp kompleks işlevlere doğru adım adım gitmek gerekir.

Şizofreni Türleri Nelerdir?

Şizofreni klinik tablodaki belirti ağırlıklarına göre bazı türlere ayr...

Şizofrenide Düşüncenin Hızında, Amaca Uygunluğunda Ve Çağrışımların Düzeninde Ne Gibi Bozukluklar Oluşur?

Düşüncenin süreçsel özellikleri, düşüncenin hızını, amaca uygunluğunu ...

Şizofreninin Çalışma Hayatına Etkisi Nedir?

Bazı yazarlar şizofreniyi kaybedilmiş fırsatlar hastalığı olarak tanım...